Japonya için stratejik değiliz…
Japonya ile ilişkilerimizi Türkiye’nin kaynak, yatırım ve istihdam sorunlarına ilaç olacak şekilde yükseltebilmek için yeterli ekonomik gerçek var mı? Japonya, 1980’li yılların başından 2007’ye, yılda $34 Milyar ile $73 Milyar arasında değişen miktarlarda uluslar arası yatırım yapmış bir ülke. Onun için, yüksek miktarlarda yatırım yapan bir ülke şöhreti var. Bunun bir çok nedeni var. Japonya’nın 1970’lerde ödemeler dengesinin kuvvetlenmesi, sermayenin dışa açılımını kolaylaştıran liberalizasyonun başlaması, emek yoğun sanayilerin, özellikle artan işçilik maliyetleri nedeni ile rekabet güçlerini kaybetmeye başlaması, Japonya’daki arazi kısıtları, çevre bilincinin gelişmesi, yerel hammadde kısıtları nedeni ile kaynaklara yakın olma gereksinimi ve genel olarak , Yen’in değer kazanması nedeni ile rekabet edebilirliği kaybetmesi gibi bir çok neden sayılabilir.
Dediğimiz yıllarda, özellikle de 1980’lerin sonlarına doğru, dünyada Japonya’dan daha fazla uluslar arası sermaye yatırımı yapan bir başka ülke yoktu. Nitekim, 1989 yılında yıllık yatırım rakamı $67.5 Milyar’a çıkmıştı. Acaba, şu yukarıda saydığımız ekonomik gerçekler bu hızlı artışı izah edebilir mi ? Kısmen. Ama, bu yükselişi sağlayan çok önemli bir gerçek 1980li yıllarda Japonya’da yaşanan aktif fiyatlarında yaşanan köpüktür. Zaten arazi sıkıntısı içindeki Japonya’da o yıllarda gayrimenkul fiyatlarında bir artış yaşanmaya başlanmıştır. Artan gayrimenkul değerlerinin teminat olarak alınması ile verilen krediler büyük ölçüde hisse senedi piyasasına yönelerek hisse senedi fiyatlarını arttırmıştır. Bu köpük zinciri böyle devam etmiş ve değerleri artan şirketler bankalardan daha da fazla kredi alarak uluslar arası yatırımlarını finanse etmişlerdir.
Bu süreç sonunda, Japonya’nın uluslararası yatırımlarının hem coğrafi, hem de sektörel bileşimi ciddi bir değişim göstermiştir. İlk başlarda yatırımlarını dünyanın değişik coğrafyalarına ve çok büyük ölçüde imalat sektörlerine yapan Japonya bu köpük sürecinde gelişmiş ülkelere ve başta banka, sigorta, ulaşım ve gayrimenkul olmak üzere hizmet sektörlerine yönelmiştir. Süreç sonunda, yalnızca ABD Japon yatırımları toplamının yüzde 50’sine sahip olurken, gelişmekte olan ülkelerin Japon yatırımlarındaki payı yüzde 25’e düşmüştür.
1990lı yılların başında Japon Merkez Bankası köpüğü patlatınca, 1980’li yıllardaki dış yatırım artışına yön veren en önemli ekonomik gerçek de sönmüş oldu. 1992’de rakam en düşük düzey olan $34.1 Milyar’a indi ama Japonya’nın dış yatırımlarının temelleri de tekrar yazımızın başında belirttiğimiz nitelikte ekonomik gerçeklere dönüştü. Japonya’nın dolaysız dış yatırımları içinde ABD’nin ve diğer gelişmiş ülkeler payı azalmaya, gelişmekte olan ülkelerin payı artmaya başladı. Ama, iki başka esas değişim vardı. Birincisi, gelişmekte olan ülkeler içinde, bölge, yani Asya ülkelerinin payının artması idi. İkincisi ise, Japon dış yatırımlarının gene üretim sektörlerine yönelmesi idi.
Japonya’nın dış yatırımları halen de bu doğrultuda devam ediyor. Burada, iki maksat var : Birincisi, Japon firmaları kendi iç pazarında mukayeseli üstünlüğünü kaybettiği alanlarda, özellikle Asya bölgesinde iç pazarına satış yapabileceği, ve zaman içinde ihracat pazarına yönlendirebileceği ülkelerde yatırım yapıyor. İkincisi, mutlaka artı getiri bekliyor. O nedenle hala ABD’deki taşıt aracı yatırımlarını devam ettiriyor. Son on sene içinde Japonya’nın dış yatırımlarını belirleyen temeller arasına bir de Çin ile rekabet etmek girdi.
Bu özetlediğimiz ekonomik gerçekler karşısında Japonya gelip bir bölge ülkesi olmayan Türkiye’de, bize ilaç olacak düzeyde yatırım yapar mı? Yapmaz. Her şeyden evvel Türkiye’nin üretim sektörlerinde ilerleme yolunda bir politikası yok. Türkiye, ‘yüksek faiz düşük kur’ uygulaması ile sanayini öldürüyor. Bu uygulama nedeniyle elde edilen verimlilik artışlarını, enerji ve istihdam üzerindeki aşırı vergiler ile üretim sektörleri için verimsiz kılıyor. Emek piyasalarındaki katılıklar nerede ise Japonya’daki kadar sert. Düzenlemeler, iş dünyasının gelişmesine yardımcı olacak bir kültür içinde yapılmıyor. Düzenleme uygulamalarında yeknesaklık yok; tam tersine, birbirini tutmazlık var. Japonların hiç sevmediği bir şey, anlaşmazlıkların mahkemede sonuçlanması. Bizde her şey mahkemeye gidiyor ve yıllarca sonuç alınmıyor.
Yer dar, devam edemiyorum. Ama, bu kadarı bile Japonya’nın bize ilaç olamayacağını göstermeye yeterdir kanısındayım.
Kaynak : Radikal