Anime diyince aklımıza ilk gelen; Tsubasa, Pokemon, Dragon Ball veya De-dektif Conan gibi çizgifilm serileri olur herhalde. Genel olarak büyük gözlü, varlıkla yokluk arasında bir buruna sahip, rengarenk saçlı karakterlerle beraber, gerçek ya da hayalî her unsuru içerebilen çizgifilmler…
Büyük çoğunluğumuz sabah okula gitmeden ve akşam okuldan döner dönmez hemen televizyonu açar, tiryakisi olduğumuz animeleri izlerdik. İş onunla da kalmaz, oyun kartlarını, tasolarını biriktirirdik. Peki nedir anime ve nasıl böyle yaygın hale gelmiş durumda?
“Anime”, “animasyon” kelimesinden türetilmiştir. “Çizgifilm” ya da “animasyon” anlamına gelir. Fakat her çizgifilm anime değildir, örneğin: Spiderman, Hulk, Batman gibi çizgifilmler anime dışındadır. Neyin anime olduğunu öğrenmek için biraz geçmişe uzanıp, animenin babası olarak bilinen Osamu Tezuka’nın yapıtlarını incelememiz gerekir. Osamu Tezuka, Betty Boop ve Bambi gibi batı yapımı çizgifilmlerden esinlenip anime tarzını ilk oluşturan ustadır. Betty Boop ve Bambi’de yer alan en önemli ortak özellik, karkterlerin gözlerinin büyük olmasıdır. Büyük gözün avantajı da karakterlerin duygularının, yüz ifadelerine yansıtılmasında kolaylık sağlamasıdır. Düşünün ki karakterinizin hüzünlü bir ifadeye sahip olmasını istiyorsunuz: Bunun için kaşlarda, ağızda, gözde ve yerine göre yüzün geri kalan kısmında belirgin bir ifade değişikliği oluşturmanız gerekir. Fakat gözler büyükçe çizilirse, göze yansıyan ışığın biraz titretilmesi, kaşların biraz bükülmesiyle çok daha etkili bir ifade verebiliriz. Walt Disney’in Lion King, Bambi gibi çizgifilmlerinde bunu farkeden Tezuka, bu tekniği kullanarak, şu an milyarlarca doların gelip gittiği bir sektör haline gelen Anime dünyasının kurucusu ünvanına kavuşmuştur.
Animelerin belki de ikinci en büyük özelliği de sadece küçük çocuklar için ha-zırlanmış çizgifilmlerden ibaret kalmamalarıdır. Aksine, sırf gençlere ya da yetişkinlere hitap eden animeler de vardır. Örneğin Rurouni Kenshin:Tsuiokuhen gibi bir anime, içerdiği vahşet sahneleri nedeniyle, küçüklere uygun değildir. Küçük bir çocuk, Deth Note’tan fazla bir şey anlamaz. Tabi, 20 yaşında birine de Tsubasa (Dikkat edin; Tusubasa değil, Tsubasa) izletmeye kalksanız sıkılır. Kaç tür anime olduğunu şöyle bir sıralamaya kalarsak: Aşağı yukarı 25 çeşit anime vardır. Bunların başlıcaları askerî (Full Metal Alchemist), bilim-kurgu (Sonic X), doğa üstü (Card Captor Sakura, Pokemon, Bleach, Death Note), dram (Rurouni Kenshin), fantezi (Ay savaşçısı, naruto), komedi (Dr. Slump, Dragon Ball), korku (Berserk, Ninja Scroll), okul (Ay savaşçısı, Card Captor Sakura), polisiye (Death Note), psikolojik (Death Note), romantik (Fruits Basket) ve spor animeleridir (Moreo: the striker, Kaptan Tsubasa). Her ne kadar emin olmasak da Avatar: The Last Airbender’ı da çizgileri ve konusu göze alındığında anime olarak sayabiliriz.
Avatar, aslında Amerikan yapımı olması ve anime çizgifilmlerde genellikle kullanılandan farklı bir renk paletine sahip olması yönünden anime çizgisinin dışında ama yine de içerdigi uzakdogu dövüs sanatları ve felsefe, anime tarzına yakınlık gösteriyor. Evet, bazen yarı anime özelliği tasiyan çizgifilmler de oluyor. City Hunter’ı ilk izledigimde tamamen batı yapımı bir çizgifilm özelliği göstermesine ragmen, karakterlerin Japonca konustugunu duymak beni epey sasırtmıstı. Belki ilerde daha ilginç karısımlara da sahit oluruz…
Simdiye kadar yapılmıs yüzlerce anime çizgifilm var ama malesef bunların az bir kısmı Türkiye’de yayınlandı. Bunun sebebi de, televizyonların her seye reyting malzemesi gözüyle bakması olsa gerek… Yayınlananlar da zaten ya ilkokul ögrencilerinin okula gidis, okuldan dönüs saatleri cevarında oluyor, ya da günlük yayın akıs programında bos kalan yerleri tamamlamada kullanılıyor, bu yüzden, takip etigimiz çizgifilmler birden yayından kaldırılıyor. Hic unutmam, küçükken sabah kalktıgımda okul önlügümü giyer, hemen televizyonu açar, hangi anime varsa (o zamanlar Sakura vardı) izleyerek kahvaltı yapar, okula giderdim. Okuldan da hızlı hızlı dönerdim ki saat 3-4 civarı yayınlanan çizgifilmleri kaçırmayayım. Onunla da kalmaz, arkadasımı davet ederdim, beraber izlerdik; sonra o beni davet eder, onlarda izlerdik. Tabi isler bu noktada kalmaz, mahallede ne kadar çocuk varsa çizgifilmlerin oyun tasolarını biriktirir, oynardık. Hala pokemon tasolarımı saklarım.
Animeleri eskiden yeniye sıraladıgımızda, zaman geçtikçe çizimde ve efektlerde yenilikler farkederiz. Mesela: günes ısıgının agacın yaprakları arasından süzülüp, karakterin üzerine parça parça vurması, sudaki dalgaların gittikçe daha gerçekçi çizilmesi, karakterin kollarındaki kasların, yüz hatlarının daha ayrıntılı çizilmesi, her parçası için detaylı gölgeler, 3 boyut efektleriyle donatılmıs sahneler bunlardan bazıları… Yeni yeni teknolojilerin uygulanmasıyla animelerin ilerde neye benzeyecegini simdi kestirmek belki zor ama her halükarda bunun izleyeciye yarayacagı kesin… Dedektif Conan’ın ilk bölümleriyle Death Note’u yan yana koymamız, tahmin açısından bize yardımcı olacaktır.
M. Fatih UĞUR
walla yaa bende Tsubasa yı izlerdim .ilk rövaşata denemeleri oyle başlamıştı.Ayrıca Pokemon da güzeldi.Bende tasoları biriktirmiştim.Ama şimdi onlara başka bir gözle bakıyorum.yani japonca geliştirmek için birer materyal olarak degerlendiriyotum onları şimdi.bu durumda işi zevkli hala getirerek sıkılmadan japoncayı kullanabilmek için bu animelere ihtiyacım var şimdi 🙂
tsubasa ya sünnet kıyafeti giydirmişler 🙂 koptum ben burda 🙂
Başka bir alem anime dünyası. Benim ilk candy candy ya da lady georgie ile başlamıştı. Tabi o sırlar böyle animeleri tvlerde izleme şansımız vardı 😛
yalnız eger yanlıs bılmıyorsam avatar anime degil…ama resmi var …
anıme olayında ıse ben gıttıkce secıcı olmaya basladım..aklı basında seylerı seyretmeyı yeglıyorum…