Dünya animasyonu için çıta belirleyici işler çıkaran Japon efsane Hayao Miyazaki, bilgisayar çağında hâlâ elişinde diretmesinin sebebini ‘Mümkün olduğunca özgürleşebilmek’ sözleriyle açıklıyor. Yeni filmiyle Altın Aslan’ın güçlü adaylarından Miyazaki, çıraklarına da bilgisayara el sürmemelerini öğütlüyor.
VENEDİK – Ne televizyon seyrediyor ne de manga okuyor… “Yaşlılığımın ilk yıllarında olduğumun bilincindeyim. O yüzden bencilce davranıp kendi hoşuma giden şeyleri yapıyorum, yürümek gibi” diyor. Ama bu ‘ilgisizliği’ Hayao Miyazaki’nin, Japon animasyonunun devinin dünya animasyonu için çıta belirleyici işler çıkarmasına engel değil. Venedik Uluslararası Film Festivali’nin yarışmalı bölümünde gösterilen ‘Ponyo on the Cliff by the Sea’ gibi…
Andersen’in ‘Küçük Deniz Kızı’ masalından esinli hikâye, Miyazaki’nin hayalgücüyle perdeye gelince eşine pek rastlanmayacak bir dünya ortaya çıkıyor. İzleyiciyi etkilemeye odaklanan çoğu masalsı filmin büyük farkla ıskaladığı bir dünya bu. Bilumum denizaltı yaratığı da, suyun aldığı şekiller de sadece Miyazaki’nin hayalgücüyle şekillenecek tarzda.
Miyazaki tarafından da kabul edildiği gibi beş yaş grubuna yönelik ‘Ponyo on the Cliff by the Sea’nin Venedik’in yarışmalı bölümünde ne aradığını sorgulayanlar da var. Ama hayalgücü Miyazaki’yle yer yer aynı telden çalan John Landis’i barındıran Venedik jürisinin, yaş meselesini ciddiye almaması da kuvvetle muhtemel. Zaten isterse beş yaş altını hedeflemiş olsun, bir başyapıt söz konusu.
Mümkün mertebe özgür
Miyazaki de bizzat filmi için Venedik’e gelenlerden. Sekiz kişilik bir gazeteci grubu olarak röportaj için oteline gittiğimizde ilk önce çevirmeni aracılığıyla bizden özür diliyor. Bu kadar kısa zaman ayırabildiği için… Ve hangi soru sorulursa sorulsun cevap vereceğini de eklemeyi ihmal etmiyor.
Tabii ki ilk soru, neden bilgisayar çağında elişinde direttiği. Malum has Pixar’cılardan John Lasseteer, Miyazaki’nin en yakın arkadaşı. ‘Bilgisayarcılarla’ elişinde diretenler arasında bir husumet söz konusu değil. Ama Miyazaki, çıraklarına bilgisayara ellerini sürmemelerini söyleyebilecek kadar el gücüne sadık. Sebep “Mümkün olduğunca özgürleşebilmek”. Bilgisayar kullanımının yavaş yavaş beyni etkilediğini düşünüyor. “Elle çizmek, animatörlerin kendi becerilerinin nereye kadar gidebileceğinin farkına varmalarını sağlar. Ayrıca ironik ama elle çizmek, bilgisayarla çalışmaya göre daha kolay ve daha çabuk.”
İşleri basitleştirmek bu çabuklukta kilit nokta. “Örneğin (basın bülteninin kapağındaki film karesini gösteriyor) eskiden harekete değil geminin çizimine daha çok özenirdik. Bu sefer onu mümkün olduğunca basitleştirip harekete daha fazla zaman ayırdık. Bu gemi mesela çok basit. Ama filmdeki hareketle beraber gördüğünüzde o basitlik kötü bir şeymiş gibi gelmiyor. Hareketin tadını çıkartıyorsunuz. Bence bu animasyonun gücü.”
Miyazaki’nin ‘Ponyo…’da animasyonun gücünü konuşturduğu bir yer de su çizimleri. Ele avuca gelmez bir maddeye şekil veriliyor sonuçta. “Ekibime okyanusu bir şekil değil bir canlıymış gibi çizmelerini şöyledim. Kiriyle, çöpüyle… Okyanusun bugünkü durumu bu. Ama bu iyi ya da kötü demiyorum. Şadece bugün öyle. Okyanus, gerçekte olduğundan daha temiz Ponyo’da.”
Her şeyi olduğu gibi kabul etmek filmlerinden de anlaşılabileceği üzere Miyazaki’nin Japon kültüründe sevdiği bir özellik. Filmde önemli bir yere oturan tsunami ile gerçek hayattaki felaketler arasında kurulan bağlantılarla ilgili sorulara cevabı da bu minvalde. “Yüzyıllar boyu Japonya’da su seviyesi yükseldi ve toprağı yuttu. Ama aynı zamanda su seviyesinin alçaldığı ve yeni toprak şekillerinin ortaya çıktığı bir dönem de oldu. O yüzden okyanusun topraküstündeki insanlarla değişken bir ilişkisi var. Küresel ısınmayı ve diğer anormal durumları bir kenara bırakın. Doğal değişikliklerle süregiden interaktif bir hareket var. Endişe, hayal kırıklığı yaratacak film yapmak istemedim hiçbir zaman. Japonlar duygularını ifade etmekte pek başarılı değiller. Depremde evi yıkılan bir adam, gazeteciye evinin yıkıldığını söylerken bir taraftan da gülümseyip böyle yaşamak durumundayım diyordu. Yani bu hayatımızın bir parçası. Ben Japon kültüründeki bu tarafı seviyorum. Dünyada birçok doğal afet oluyor. Japonlar, bu felaketleri çok sıradan şeylermiş gibi kabul ediyorlar.” Dolayısıyla ‘Ponyo…’da ekolojiyle ilgili bir mesaj hedeflenmemiş. “Ben, kararı izleyiciye bırakan türden bir yönetmenim. Eğer beğenmiyorsanız lütfen yuhalayın beni. Ama ne alırsanız alın, o filmden sizin algınız…”
Miyazaki’nin filmlerinde dünyanın farklı bölgelerinin mitolojilerindeki unsurların birleşimi de seyirci tarafından farklı farklı algılanabiliyor. Örneğin Avustralyalı bir gazeteci suyla kurulan yakın ilişkiye dikkat çekiyor. Yunan mitolojisine göndermeler bariz. Andersen’in ‘Küçük Deniz Kızı’ masalı zaten filmin temeli. “Japon mitolojisinden de diğer ülkelerin mitolojilerinden de kaynaklı birçok hikâye okudum. Dünyada sayısız hikâye var. Ama bu hikâyelerin ortak noktası, okyanusun herkes için büyük önemi olduğu. Bu hikâyenin arkasındaki fikir de bu.”
Filmdeki basitliğe gelince, Miyazaki hikayenin çocuklara yönelik tasarlandığını söylüyor. “Hep günümüzde çevremdeki çocukları gözlemlemeye çalışıyorum. Onlara bakmak eskiyi hatırlatıyor. Yani sadece kendi geçmişime bakmaktansa bugün çevremde olan çocuklara bakıyorum ve bu bana küçükken nasıl olduğumu düşünme fırsatı veriyor. Mesela üç yaşındaki çocukları dikkatlice incelediğinizde kısacık zamanda nasıl inanılmaz seviyede bir deneyim edindiklerini görüyorsunuz. Belki de bunu algılayabilecek kadar yaşlandığım içindir. Gençliğimde çocuklar hep çok gürültülü gelirlerdi.” Daha geçen ay bir torun sahibi olan Miyazaki son ayrıntıyı gülerek aktarırken bir yandan da ‘Ponyo…’daki sadeliğin devamı konusunda söz veremeyeceğini hatırlatıyor. “Çünkü sofistikasyonu, karmaşıklığı seviyorum.”