Türkiye daha dışa açılmada zihniyet olarak henüz emekleme dönemindedir ve fide halindeki bu damarı büyütmek gerekiyor. Sanayileşmiş ülkelerin piyasalarına vakıf olanlar elbette bu durumu çok daha derinden hissediyorlar. Sonunda gelip Türkiye’nin cari açığını kapatmak bu zor noktaya dayanıyor.
Bu gün size iki örnek olay sunmak istiyorum. Bu yazıyı Tokyo’da meşhur İmparatorluk Oteli’nin lobisinde yazıyorum. Çünkü bu otelde hafta boyunca Türk tekstil ürünleri fuarı var. Uzun ihmallerden sonra nihayet Japonların dikkatini çekecek, Türk ürünlerine yönelik imaj oluşumu sağlayacak çalışmalarda bir kıpırdanma var. Hop demeden hoplanmaz. Türkler çok kolaycı ve toptancı. Bu yaklaşımın yeri ise asla Japonya değil. Bunun için elinize iyi kurgulanmış bir strateji ve proje olmalıdır. Çalışmanızın içinde mutlaka Japonlar yer almalıdır. Japonlardan danışmanlık almak da ikinci olmazsa olmazımız. Sonra da sabırlı, azimli ve bilimsel bir süreç gerekiyor.
Burada kariyerinizi adeta gram gram inşa etmelisiniz. Bunu bir defa başardığınız zaman Japonya sizi dünya markası olma yolunda tetikleyecektir. Bundan da kuşkunuz olmasın. Bu meyanda fuara gönül veren, öncülük eden TİM başkanı Oğuz Satıcı ile İTKİB başkanı Süleyman Orakçıoğlu ve sürece liderlik eden Bakanımız Kürşat Tüzmen başlangıç için büyük bir hizmetin altına imza atmış oluyorlar. Fuarı gezince nihayet “bir Japon ne ister” sorusunun sorulduğunu ve buna elden geldiğince isabetli bir cevabın arandığını söylemek mümkün. Ama yine de bu, bir başlangıç olarak görülmelidir.
Bu vesile ile büyük emeklerle Japonya menşeli olarak kurulan Baharu Şirketinden bahsetmek isterim. Bu genç şirketin Japonya gibi zor bir piyasada tutunması önemlidir. Öyle gözüküyor ki gelecekte marka olma yolunu da kendilerine açabilmişler. Şirketin genel müdürü Soner Öner tam on yıl önce ortaklarıyla bu şirketi kurmuş ve halen de başında bulunuyor. Japonya’da iş yapmak isteyenlerin mutlaka internet ortamından bu gayretli ve genç girişimciye ulaşarak bu zor piyasada kendine nasıl yer edinebileceğinin danışmanlığını almasında yarar var diyeyim. Bu ‘know how’ sizi büyük paraları sokağa atmaktan kurtarabilir.
Devlet hantallığından uzak sivil toplum faaliyetlerinin Türkiye’nin imajını artırma ve Türkiye lobiciliğine katkı yapmada nasıl etkin bir hazine olarak kullanılabileceğini gösteren bir örnek de ABD’den geldi. ABD’nin New Yok şehrinde bulunan Türk Kültür Merkezi geçen hafta yeni başkan adayı Hillary Clinton ve birçok etkin liderin katılımıyla büyük bir iftar organizasyonu yaptı. Organizasyonda, Japonya’da büyük işler başaran Recep Özkan imzasını görünce içimden “şaşırmadım” dedim. Bayan Clinton’un “Burada Türkiye’nin temsilcisi olduğumu deklare ediyorum” dediğini gazetelerden okuduk. Bu, her yıl milyonlarca dolar harcanarak “devlet eliyle yapılan lobiciliğe meydan okuyan bir başarı. Adanmış ve idealist kimliklerin, beş para olmadan başardıklarını, “bürokratik emir komuta zinciri içinde” başarmak imkânsız.
Türkiye “soft power” ı güçlü bir ülke. Dünya’ya vereceği mesajları zengin bir medeniyet birikimi… Bunun için istikrara ve halkının mahkûm edilen enerjisinin açığa çıkartılıp özgürleştirilmesine ihtiyacı var.
Bu nedenle Türkiye’yi içine kapamaya ve mesnetsiz korkular ihdas ederek fasit bir daireye hapsetmek isteyenlere fırsat verilmemesi gerekiyor.
Artık tanıyor ve biliyoruz ki Türkiye’nin kapalı toplumcuları, ayrıcalıklı konumlarını kaybetmek istemeyen adaletten ve hukuktan muaf müstemlekecilerdir.